ARAŞTIRMACI ROLÜNDEKİ ÖĞRETMEN
Carlina Rinaldi
1970’den beri İtalya’da Reggio Emilia okullarında Pedagog ve Belediye bebek-küçük çocuk merkezinde Direktör olarak çalışmaktadır. Şu anda Reggio çocuklarına danışmanlık yapmakta, Modena ve Reggio Üniversitesi Bilim ve Erken Öğrenme Fakültesinde Profesör olarak çalışmaktadır. Aşağıdaki yazı Carlina’nın Mart 2003’de ABD delegasyonuna yaptığı sunumdan uyarlanmıştır.
Artık sonuç çıkartma ve birbirimize veda etme anına yaklaştık. Sonuç çıkartmak demek; bir anlam yaratma, bir senteze ulaşma ve birlikte geçirdiğimiz deneyimden aklımızda kalacak mesaj demektir. Her biriniz kendi sonuçlarınızı çıkartacaksınız. Her biriniz neyin yararlı ve önemli olduğuna karar verecek, kendi koşullarınızda kavramaya çalışacaksınız. Ben geçtiğimiz günler boyunca önem kazanan ve hatta halen devam etmekte olan, bir çok dikkate değer unsur içinden, deneyimlerimiz için çok gerekli olan bir elementin, “öğretmenin araştırmacı rolü “ kavramının altını çizmek istiyorum. Bu kavram neden çok önemli?
Birçok seçenek içinden, neden “araştırmacı” özelliğinin üzerinde duruyoruz? Araştırma kelimesi birçok anlamda laboratuvarları, kimya formüllerini ve bilimi çağrıştırıyor. Bu sözcük genellikle net ve tanımlanmış bir metodolojiyi ve nesnelliği temsil eder. Araştırma kelimesinin ciddi bir tonu vardır ve belirli şekilde yapılanmış ve konvansiyonel prosedürler ile ilişkide çalışan bir takım insanlar için rezerve edilmiş gibidir. Bu kavram üniversitelerde veya uzman merkezlerinde ikamet eder. Bu sokaklarda veya meydanlarda dolaşmayan bir kelimedir. Araştırma kelimesi gündelik lisanda yer almaz, gündelik hayatımızda her gün nasıl hayata geçireceğimizi düşündüğümüz bir kelime değildir.
Okullarda, araştırma kelimesi daha çok bilgileri bir araya toplamaya ve zaten konuyla ilgili önceden bilinen bilgileri derlemek anlamına geliyor. “Bilimsel” araştırmayı karakterize eden, merak, bilinmeyen, şüphe, hata, kriz, teori ve kafa karışıklığı gibi deneyimler ve duygular, genelde okulda ve ya günlük hayatın bir parçası değildir. Eğer okul hayatının içine girmiş olsalar zayıflık göstergesi olarak kabul edilirler… kırılganlık halleri, belirsizlik… hemen üstesinden gelinmeleri gerekir .
Bence gerçek yenilikçiliği kabul ve takdir etmek bu yüzden çok zordur. Bizim referans çerçevelerimizi “tersyüz ederler” çünkü bizi dünyaya yeni gözlerle bakmaya zorlarlar. Bizi değişik olana ve beklenmeyene açık hale getirirler. Bizler, her ne kadar bizi artık tatmin etmese de ve bizi strese de soksa, kafamızı da karıştırsa ve hatta umutsuzluğa sürüklese bile daha önce bildiğimiz, denediğimiz için statükocu olmaya eğilimliyizdir.
Bu şekilde kendi normalliğimizi savunuruz- yeninin ziyanına karşı zaten bildiğimiz normlar ve kurallar ile…Sadece aramak ve araştırmak bize ileri doğru hareket eden yeniyi garanti edebilir. Ama normallik günlük yaklaşımda araştırmayı dışlar böylece şüphe, hata , belirsizlik, merak, şaşırma ve hayret gibi günlük hayatımız için önemli olan değerleri de dışlamış olur. Böylece araştırmanın karşısına normalliği yerleştirmiş oluyoruz. Ben bunun yerine araştırmanın normalleşmesini yani araştırmanın bir tavır ve yaklaşım olarak gündelik hayata ve okullara girmesini öneriyorum: kendimiz hakkında düşünme ve diğerleri ile düşünme, onlarla ilişkiye kurma, dünyayla bağlantıya geçme yolu olarak…
Bu radikal değişim için gücü ve cesareti nerede ve nasıl bulabiliriz ?Bir defa daha çocuklardan başlamalıyız. Genç çocuk(küçük çocuk) ilk büyük araştırmacıdır. Çocuklar araştırmak için doğmuştur ve dolayısıyla hayatın anlamını araştıracaklar, kişinin diğerleriyle ilişkisindeki anlamanı ve dünyayla ilişkisindeki anlamı araştıracaktır. Çocuklar varoluşlarının anlamını araştırmak için doğmuşlardır- teamülleri, gelenekleri ve sahip olduğumuz alışkanlıkları ve sağladığımız yanıtları araştırmak için…
Çocukların soruları (örneğin “niye doğarız?” “niye ölürüz”) tıpkı bunlara verdikleri cevaplar kadar değerlidir çünkü bu sorular üretkendir. Çocukların teorileri (“Deniz, anne dalgadan doğmuştur” “ Öldüğün zaman ölümün göbeğinden içeri gidip oradan yeniden mi doğarsın ?’’ ) çocukların ve insanoğlunun en güçlü özelliğinin altını çizer: Dünyaya ve hayattaki olaylara bir anlam aramak ve araştırmak, paylaşmak ve hep beraber dünyaya ve hayattaki olaylara anlamlar inşa etmek. Tüm çocuklar akıllıdır, birbirlerinden farklıdır ve önceden tahmin edilemezdir. Eğer onları dinlemeyi bilirsek, bize şaşırma, hayret ve tereddütün ve “niye”nin keyfini verebilirler. Çocuklar bize şüphe etme gücü ve hata yapma cesareti verebilir.
Çocuklar bize şüphe etme gücü ve hata yapma cesareti verebilir. Bize arama ve araştırmanın hazzını aktarabilir…. Diğerlerine karşı açıklık ve diğerleriyle karşı karşıya kalınca üretilen her yeni şeye karşı açıklık anlamında araştırmanın değerini anlamamızı sağlayabilirler…
Carlina Rinaldi
Bu kavramlar, devam etmekte olan araştırma süreciyle eğitim kavramını ve kişisel formasyonu/teşekkülü güçlendirir. Belgelemenin değerine ve göze görünür kılınan dinlemeye anlam katarlar- ki bunlar basitçe taşınacak teknikler olmayıp her zaman yansıtma, teati etme, farklı fikirler ve değerlendirme ile değer biçme içerirler. Bunlar sadece didaktik stratejiler olmaktan ziyade dünyaya bakış açımıza ilham veren değerlerle ilgilidir. Bu dokümantasyon sadece çocuklarla ilgili bilgileri değil, çocuk ve insanlık ve kendimizle ilgili bilgiye giden yolu da beyan eder. Değerler ve anlamlarının ortaklaşılmış inşa sürecini, okulun bir araştırma ve kültürel ihtimam yeri olduğunun ve bizim “öğretmenlerin araştırmacı olarak rolü” fikrimizi de beyan eder. Araştırmacı okul katılımcı bir okuldur.
Dahası, araştırmanın normalleştirilmesi kavramının, modern zamanların en tepedeki “kültürel düğümlerinden biri olan teori ile pratik araşındaki ilişkiyi anlatmanın en iyi yolu olduğuna inanıyorum. Teorinin ve pratiğin ikileşmesi, özellikle kültürümüzde ve okul dünyasında güçlü bir ağırlığa sahipken araştırma konsepti içinde gerçek bir diyalektik ve sentez bulabilir. Bu kavram içinde teori pratiği doğurur ve bunun karşılığında pratik yeni teoriler ve dünya için yeni bakış açıları yaratır. Teoriler pratikten gelir ve aynı zamanda onlara yön verir ve rehberlik eder. Teoriler benim gerçekle ilgili yorumlarımı meydana getirir. Tam da bu sebeple teoriler sürekli sorgulanmalı ve diğer teorilerle mübadele içinde olmalıdır.
Okul hayata hazırlar yerine okul hayattır dediğimiz zaman, içinde yaratıcılık, değişim, inovasyon, hata, şüphe ve belirsizlik sözcüklerinin -ki günlük olarak kullanıldıklarında gerçekten de gelişecekler ve gerçek olacaklardır- içinde yer aldığı ortamı yaratmak için sorumluluk almış oluyoruz. Bu öğretme-öğrenme ilişkisinin çok gelişmiş olduğu bir ortam yaratmak anlamına geliyor yani bazı problemlerin çözümü yeni sorulara, yani beklentilere ve yeni değişimlere sebep olabilir. Bu aynı zamanda çocuklar için, çok genç yaştan itibaren sorunların çok rahatça çözülemediği ve hatta bazen cevabımızın bile olmadığı ve tam da bu sebepten dolayı araştırılacak mükemmel sorunlar olduğu ve “araştırma ruhunun” burada yattığını deneyimleyecekleri ortamlar sağlamak anlamına da gelir. Çocuklar çok genç de olsalar her sorunun doğru bir cevabı olduğu kat’i yetine onları yöneltmemeliyiz. Böyle yaptığımızda belki onların gözünde daha önemli oluruz ve kendilerini daha güvende hissederler ama bu güvenliğin bedelini “araştırma keyfinden”, cevaplar arama ve diğerlerine yardım etmek için yanıtlar yaratma keyfinden, mahrum kalarak öderler. Çocuklar bizi tereddüt içinde olduğumuzda ve cevabı bilmediğimizde bile sevebilme ve takdir edebilme yetisine sahiptir çünkü onlar bizim araştırmacı-öğretmen ve öğrenci-öğretmen olarak onlarla yan yana olmamızı takdir ederler. Ancak bu yolla insan kültürünü ve insanlık kültürünü oluşturanların arasına tüm haklarıyla geri döneceklerdir. Ancak bu yolla çocuk ve çocukluk, insanlık içinde hak ettiği yeri alacak ve “bakılması gereken objeler” veya zalimlik ve hem fiziksel hem de ahlaki istismar objeleri olarak görülmekten kurtulacaklardır. Hayat bir araştırmadır.
Araştırmacı okul, diğerlerine ve yeniye açıktır-hatta bunu kendi içinde yaratmak için karşı karşıya gelmeyi önerir. Belki de bu yüzden sizin tavrınız, size karşı tavırlar, 20 senedir diyalogda olduğunuz bir ülkeyle olan karşı karşıya gelmeler hala mevcut ve yaşamsal önemde. Hepsinin ötesinde, belki de öğrenmelerin yıllar boyunca keyifle çalışmaya devam etmesini mümkün kılacak şey budur. Aslında bize göre katkımız sadece çocukların iyiliği ile sınırlı değil, şehrimizin kültürünün değişmesine de katkıda bulunabiliriz. Burada bulunan sizler ve Reggio’dan gelen meslektaşlarınız sayesinde hep birlikte kültür değişimine ve dünyadaki diyaloga ve birbirimizi anlama seviyesinin artmasına katkıda bulunabiliriz.
Bugün, tarih boyunca hiçbir zaman olmadığı kadar (en azından bildiğimiz kadarıyla) dünyada olan bitenle iletişim halindeyiz. Ülkemizde fakslar, cep telefonları, internet ve diğer iletişim ağları yaygın. Birbirimizle bağlantıda olmanın, bağlı olmanın, birbirine tâbi olmanın farkındalığı insanları bir araya getirmeliydi, ama gerçekte hala birbirimizi yanlış anlamalar devam ediyor. “Anlama/anlayış” sorunu her yerdeki insanlar için kritik önemde. Bu yüzden “anlamak/anlayış geliştirmek” eğitimin hedeflerinden biri olmalıdır.
Matematik, fen veya başka bir disiplini anlamaya yönelik eğitim vermek başka şey, insanı anlamaya yönelik eğitim vermek başka bir şeydir. Bilgi, gerekli olmasına rağmen derin bir anlayış için yeterli değildir. Açıklamaların hala yeri doldurulamaz önemi olsa da gerçek anlayış için yeterli değildir.
Derin anlayış, merak duygusunu deneyimlemeyi, tutkuları, sevinçleri, empati yoluyla başkalarının öfkelerini, algılama ve tanımlama yolu ile insanlığı anlamayı içerir. İnsan anlayışı her zaman bilinçler-arası olmakla birlikte açıklık, sempati ve cömertlik gerektirir. Bugünün çocukları, kadınlar ve erkekler, daha öncesine kıyasla çok daha fazla oranda, açık kalpli ve zihinli kültürel ve kişisel sınırlarını tanıyan diğer insanları anlama ihtiyacınladır. O yüzden umut ederim ki bu hafta boyunca birbirimizi anlamışızdır. Birlikte geçirdiğimiz zamanın nihaî çıkarımı budur.
Çeviri: Ayşe Musal
Düzeltme: Esma Çınar