Editörün notu: Son AERO (Alternative Education Resource Organization) araştırmasında bazı okuyucular bize Charles Eisenstein tarafından hazırlanan bir yazıyı önerdi.
Charles Eisenstein, bir konferans sunucusuydu ve o zamandan beri bir çok konuşmacı ve yazardan sonra aranılır biri hale geldi. Bize, eğitim alternatifleri ile ilgili bir yazı göndermesini rica ettiğimde aşağıdaki makaleyi gönderdi.
Bir çocuğun canını nasıl sıkabiliriz: Birincisi ve en önemlisi, onu içerde kapalı tutun böylece doğanın sınırsızlığı, sonsuz çeşitliliği ve kaotik dağınıklılığının yerini sınırlı, düzenli, tahmin edilebilir alanlar alsın. İkinci olarak, televizyon ve video oyunları yoluyla, kıyaslandığında başka her şeyin daha sıkıcı göründüğü aşırı uyarıcılara alıştırın. Üçüncüsü, diğer çocuklarla herhangi bir plansız zamanı mümkün olduğu kadar ortadan kaldırın, böylece yaratıcı oyunlar için kapasitesini kaybeder ve yerine eğlencelere ihtiyaç duyar. Dördüncü olarak, hızla yapılan komutlar, basit hale getirilmiş kitaplar ve oyununu sıkça sekteye uğratarak, onun dikkat süresini kısaltın. Beşincisi, kendine güveni gelişmesini engellemek mümkün olduğunca tepesinde dikilin ve bir dış uyarana bağımlı yapın. Altıncı, zamana ilişkin bir anksiyete yaratmak için etkinlikten etkinliğe koşturun ve çocuklara özgü zamansızlığın kaygısız hissini ortadan kaldırın.
Hiç kimse, elbette, çocuklarının en ilkel kendi kendine yeterliliği -ki bu oyunun kendi kendine yetmesidir – gerçeğini kaldırmak amacıyla yola çıkmaz ama bu güvenlik konusunda takıntılı, programa bağlı, eğlence bağımlısı kültürün net etkisidir. Eski zamanlarda çocuklar, karmaşık oyuncakların eksikliğine rağmen nadiren sıkılırlardı. Büyükbaba ve büyükannelerinize, onlar çocukken, televizyondan önceki günlerde, bisikletleri, sopaları ve topları , konuşmayan ya da kendi kendine hareket etmeyen basit bebekleriyle sıkılıp sıkılmadıklarını sorun. Aslında, can sıkıntısı çok yeni bir kelime; görünüşe bakılırsa 19. Yüzyıl ortasına kadar basılı hale gelmemiş. Bu doğal bir durum değil ve doğal koşullarda ya da doğaya yakın hiçbir yerde gerçekleşmedi. Bu, bizim yabancılaşmamızın bir semptomudur.
Buna rağmen, can sıkıntısı, ekonomi için oldukça iyidir. Bu, kendimizi eğlenir kılmak için sonsuz bir açlığa, tüketimin her türlüsüne motive eder. Can sıkıntısı bu nedenle bir zamanlar para olmadan karşılanan ama artık parayla karşılanan bir ihtiyaca işaret eder. Can sıkıntısı fenomeni ve onun azaltılması, çok daha genel bir ekonomik disiplinin örneğidir.
Düzenli bir parasal ekonomik büyüme için, bir zamanlar parasız yapılan bazı işlevlerin iyi bir mala ya da hizmete dönüştürülmüş olması gerekir. Biri, ekonomik büyümeyi, doğanın ve toplumun geliştiği bir madencilik olarak, öncekileri bir ticari mala ve sonrakileri ücretli bir hizmete dönüştürerek, sırasıyla doğal ve sosyal müşterekleri yok eden olarak görebilir. Suyu kirletin ve şişelenmiş suyu satın; halk hekimliğini yetkisiz kılın ve insanları medikal bakımları için ödeme yapmak durumunda bırakın; kimliklerini veren kültürel gelenekleri yok edin ve marka spor ayakkabıları satın… örnekler sonsuzdur. Can sıkıntısı, hiçbir şey yapmadan iyi hissetmek, kendi zamanımız üzerindeki hakimiyetimizin bir genel anlamı olarak kendi eğlencemizi yapabilecek yetenekte olmak gibi; bir zamanlar hepimize göre doğal servetin bir türünü madenden çıkarmak gibidir. Bu benim manevi sermaye diye adlandırdığım bir düzendir.
Ben bu satırları yazarken, birkaç metre uzakta oturan altı yaşındaki çocuğum, bocukları renkli bir ipe dizmekle meşguldü. Önünde bir ekran olmadan, beyni kendi görüntülerini yapmak zorundadır –manevi birikiminin formları arasında sayılan bir yetenek- Bundan az önce bir video izlemek için izin verilsin diye yalvarıyordu. Onun sızlanmaları ve kandırma çabaları neredeyse rüşvet vermek isteyen bir bağımlı gibi görünüyordu. Ben onu toplumdan izole etmeyi denemedim. TV ‘miz olmasa bile, videolarımız var ve o hala başka bir yerde bu tür şeyleri bol bol bulabilir. Ayrıca, dışarıda oynayan çocuklar biraz seyrektir. Anne babaları onları oynamak için bırakmazlar, en azından bu mahallede. Korkuyorlar; doğadan, diğer insanlardan, olabileceklerden korkuyorlar, oyunlara karşı şüphe duyuyorlar, çocuklarının denetimsiz olmasına gönülsüzler.
Oyun oynama ve hayal edebilme gücümüzün olduğu, açık havada çocukların oynadığı gerçek zenginliklerle dolu bir dünya yaratalım.
Kaynak: http://www.educationrevolution.org/store/conference/workshops/
Çeviri: Esra Karaoğullarından
Düzeltme: Nevruz Çıldır