Geleneksel eğitimin sorunlarına dair ciddi eleştiriler getiren ve “öğrenme ve oyun” arasındaki bariz ilişkiyi ortaya koyan Amerikalı psikolog Peter Gray “Öğrenme için Özgürlük: Neden oynama içgüdüsünün özgürleştirilmesi çocuklarımızı daha mutlu, kendine güvenen ve iyi hayat öğrencileri yapar?” adlı kitabının önsözünü sizin için Türkçeleştirdik.
‘Cehenneme kadar yolun var!’
Bu sözler beni çok sarstı. Daha önce de bu lafı, kalın kafalığımla aşikâr bir gerçeği kabul edemediğimde bir meslektaşımdan ya da söylediğim aptalca bir şeye cevaben bir arkadaşımdan duymuşumdur, ama hiçbiri bu kadar ciddi değildi. Bu durumlarda, ‘Cehenneme kadar yolun var!’ sözü tansiyonu düşürmenin ve sonuca ulaşmayacak bir tartışmayı bitirmenin bir yoluydu. Ama bu sefer iş ciddiydi. Bu sefer belki de gerçekten cehenneme gideceğimi hissettim. Varlığına inanmadığım ölümden sonraki ateş ve tuğla cehennemine değil, bu dünyada, çok sevdiğiniz, size ihtiyacı olan, size inanan birini yüzüstü bıraktığınız bilgisi ile yandığınız zaman hayatınıza eşlik eden cehenneme.
Bu kelimeler benim 9 yaşındaki oğlum Scott’un ağzından döküldü, devlet ilkokulunun müdür odasında. Sadece bana değil odada karşısına dizilmiş olan, biz yedi büyük, ‘zeki’ yetişkine; müdüre, Scott’un iki öğretmenine, okulun rehberlik danışmanına, okul psikologuna, annesine (eski eşim) ve bana hitaben söylenmişti. Biz birleşik bir cephe olarak Scott’a hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde, okula gitmek ve öğretmenleri ne derse yapmak zorunda olduğunu söylemek için oradaydık. Her birimiz söyleyeceğini söyledi ve sonra Scott doğruca hepimize bakarak, beni izlediğim yoldan döndüren o kelimeleri söyledi.
Hemen sonra ağlamaya başladım. O anda, Scott’un tarafında olmam gerektiğini anladım, karşısında değil. Gözyaşlarımın arasından eşime baktım ve onun da ağlamakta olduğunu gördüm ve onun gözyaşlarının ardında onun da aynen benim gibi düşündüğünü ve hissettiğini anladım. İkimiz de o an Scott’un uzun zamandır istediği şeyi yapmamız gerektiğini biliyorduk: onu sadece o okuldan değil o okula benzeyen herhangi bir yerden de almak. Ona göre, okul hapishaneydi ve o hapsedilmeyi hak edecek hiçbir şey yapmamıştı.
Müdür odasındaki o toplantı yıllar boyunca oğlumuzun uygunsuz davranışlarının listesini duyacağımız okul toplantılarının ve görüşmelerinin sonuncusuydu. Onun uygunsuz davranışı, okul çalışanlarını hususiyetle rahatsız ediyordu, çünkü öğretmenlerin alışageldikleri, iradeleri dışında sınırlandırılan coşkulu genç erkek çocuklarından beklenen olağan türden bir yaramazlık değildi. Bu daha çok planlanmış bir karşı duruştu. Sistematik olarak ve kasten öğretmenin direktiflerinin tersine olacak şekillerde davranırdı. Öğretmen öğrencilere aritmetik problemlerini çözmek için bir yöntem öğrettiğinde, o başka bir yöntem bulurdu. Sıra noktalama işaretleri ve büyük harfleri öğrenmeye geldiğinde, şair e.e. cummings gibi büyük harfleri ve noktalama işaretlerini dilediği yere koyarak veya onları hiç kullanmayarak yazı yazardı. Bir ödev ona saçma geldiğinde, bunu söyler ve yapmayı reddederdi. Bazen –ki bu gitgide artarak sıklaştı- izin almadan sınıfı terk eder ve zor kullanılarak zapt edilmediyse eve yürürdü.
Nihayetinde Scott için uygun bir okul bulduk. Olabildiğince ‘okul’a benzemeyen bir okul. Biraz sonra size ondan ve ilham verdiği dünya çapındaki eğitim hareketinden bahsedeceğim. Ancak bu kitap öncelikli olarak belirli bir okul hakkında değil. Bu kitap insanın eğitim doğası hakkında.
Çocuklar dünyaya öğrenme aşkıyla gelir ve genetik olarak olağandışı öğrenme kapasitesiyle donatılmıştır. Onlar küçük öğrenme makineleridir. Hayatlarının ilk dört kadar yılında akıl ermez miktarda bilgi ve yeteneği hiçbir yönerge olmadan içselleştirirler. Yürümeyi, koşmayı, zıplamayı, tırmanmayı öğrenirler. İçine doğdukları kültürün dilini anlamayı ve konuşmayı ve bu dil aracılığıyla isteklerini dile getirmeyi, tartışmayı, eğlendirmeyi, kızdırmayı, arkadaş olmayı ve sorular sormayı öğrenirler. Çevrelerindeki fiziksel ve sosyal dünya hakkında inanılmaz miktarda bilgi edinirler. Bunun tamamı onların doğuştan gelen içgüdüleri ve dürtüleri, doğuştan oyuncu ve meraklı hallerinden ileri gelir. Doğa bu devasa öğrenme istek ve kapasitesini çocuklar 5 ya da 6 yaşına gelince söndürmez. Biz, zorlayan ve baskıcı okul sistemimizle bunu söndürürüz. Okulun en büyük ve sürekli dersi, öğrenmenin mümkün olduğunda kaçınılması gereken bir iş olduğudur. Oğlumun müdür odasındaki sözleri kişisel hayatımın olduğu kadar profesyonel hayatımın rotasını da değiştirdi. Ben bir biyopsikoloji profesörüyüm, memelilerin dürtüleri ve duygularının biyolojik temelleri ile ilgilenen bir araştırmacıyım. O sıralarda, farelerde ve sıçanlarda korkuyu düzenleyen birtakım hormonların rolleri üzerinde çalışmaktaydım ve sıçanların annelik davranışlarını düzenleyen beyin mekanizmalarını araştırmaya başlamıştım. Müdür odasındaki o gün, araştırmalarımın konusunu aşamalı olarak değiştiren bir dizi olayın tetikleyicisi oldu. Eğitimi biyolojik bir bakış açısından araştırmaya başladım. Başlangıçta oğlum hakkındaki endişem çalışmalarımın birincil motivasyonuydu. Onun profesyoneller tarafından dikte edilen yol yerine kendi eğitimsel yolunu takip etmesine izin vererek büyük bir hata yapmadığımızdan emin olmak istedim. Ancak giderek, Scott’un öz-yöneltimli eğitiminin güzelce devam ettiğine ikna oldukça, ilgim genel olarak çocuklara ve eğitimin insan biyolojisindeki temellerine yöneldi.
Bizim türümüzün hangi özelliği bizi ‘kültürel hayvan’ yapar? Başka bir ifadeyle, insan doğasının hangi yönleri her bir yeni insan neslinin, bir önceki neslin yetenek, bilgi, inanış, teori ve değerlerini edinip bunların üzerine inşa etmesini sağlar. Bu soru beni standart okul sistemi dışındaki ortamlarda yapılan eğitimi incelemeye yönlendirdi, örneğin oğlumun devam ettiği fevkalade ‘okul-olmayan-okul’ da. Sonra, dünya çapında büyümekte olan ‘okulsuzluk/okulsuz eğitim’ hareketine, bu ailelerdeki çocukların nasıl eğitildiğini anlamak için baktım. Avcı-toplayıcı kültürlerde (evrimsel tarihimizin %99’unda türümüzü karakterize eden türde kültürler) çocukların hayatları ve öğrenmeleri hakkında öğrenebileceğim her şeyi öğrenmek için antropoloji literatürünü okudum ve antropologlarla anketler yaptım. Çocuk oyunu hakkındaki psikolojik ve antropolojik araştırmaların tamamını inceledim ve öğrencilerim ve ben çocukların oyun yoluyla nasıl öğrendiklerini anlamayı amaçlayan yeni araştırmalar yürüttük.
Bu çalışmalar, sadece avcı-toplayıcı kültürlerde değil aynı zamanda bizim kültürümüzde de çocukların güçlü oynama ve inceleme dürtüsünün nasıl eğitim vazifesi gördüğünü anlamamı sağladı. Çocukların kendilerini kendi oyuncu yöntemleri ile eğitme yeteneklerini en iyi şekilde kullanmaları için gereken çevresel şartları anlamamıza yol açtı. Eğer istersek, çocuklarımızı zorlayan ve baskıcı öğretimden kurtarıp, nasıl onları hak ettikleri çocukluk neşesinden mahrum bırakmadan, kendilerini eğitme yeteneklerini mümkün olan en iyi seviyeye çıkartacak öğrenme merkezleri sunabileceğimizi görmemi sağladı.
Bu kitap bütün bunlar hakkında.
Peter Gray
Kaynak: http://www.freetolearnbook.com/?p=4
Türkçeleştiren: Gülçin Çakan Akdoğan
Düzelten: Melike Funda Müftüoğlu