Ödül mü Ceza mı ?
Alfie Kohn, Ödül ve Ceza üzerine.
Bir süre öğretmenlik yapmış olan Alfie Kohn, okulların ve çevrenin testlere ve notlara odaklanması konusunda cesur bir eleştirmen. Okullardaki ödül ve ceza uygulamalarıyla ilgili görüşlerini paylaşan Kohn öğretmenlerin çocukların içsel motivasyonlarını nasıl arttıracağı konusunda bilgi verdi. Konuşması sırasında, standartlar, denetim ve büyük ödüllü testler gibi konuları da ele aldı.
Time dergisi tarafından test sonuçlarına ve notlara odaklanan eğitim sistemi ile ilgili ülkenin en cesur eleştirmeni olarak tanımlanan Alfie Kohn, insan davranışları ve eğitim üzerine sekiz kitap yazmış eski bir öğretmendir. Phi Delta Kappan için yazdığı beş kapak makalesi de dahil olmak üzere ismleri ileri sırada gelen eğitim dergileri için düzenli olarak yazılar yazmıştır. (Kohn’un makaleleri ‘Sınıflarda neleri önemsemek’ …and ‘Diğer makaleler’ baslığı altında toplanmıştır.)
Kohn televizyon programlarına çıkmakta ve ulusal kongrelerde seminerler vermektedir.
Kohn, ‘Eğitim Dünyası’ ile, sınıfta verilen ödüller, cezalar ve övgülerle ilgili düşüncelerini paylaşmıştır. Daha zorlayıcı eğitim standartlarının okulları ‘test hazırlık merkezlerine’ çevirdiğine ve bunun da hiç önemli olmayan bir değerlendirme şekli olduğuna inandığını açıklamıştır.
Eğitim Dünyası: ödülün öğrenci motivasyonu için zarar verici, hatta ceza vermekten daha kötü etkilediğini belirtiyorsunuz. Bu yöntemler neden ve nasıl zarar vericiler?
Kohn: Başlamadan önce ödülün ve cezanın birbirinin zıttı olmadığı konusuna açıklık getirelim. Bu ikisi birbirinin ayna görüntüsüdür, öğrencilerle birlikte yapmak yerine, ‘onlara bir şey yapma’ demenin iki farklı yoludur. Bir tanesi çocuklara şu mesajı verir, ‘bunu yap….yoksa sana şunu yaparım’, diğeri ise ‘bunu yap…..ve şunu alacaksın’. Birinci yaklaşım, ki biz bunun edebi olduğu şeklinde tasvir ediyoruz, çocuğu ‘ne yapmamı istiyorlar ve yapmazsam ne olur’ sorularına yöneltir. İkinci yaklaşım ise ( pozitif destek) ‘ne yapmamı istiyorlar ve yaparsam ne elde edeceğim’ sorularına yönlendiriyor. İki soru da, çocukların sormasını istediğimiz ‘nasıl bir kişi olmak istiyorum’ sorusuna yönlendirmiyor.
Ödül de ceza da sadece ve sadece tek bir şey elde etmek için etkilidir; anlık itaat. Maalesef ‘onlara bir şey yapmak’ stratejilerinin ikisi de çocukların yaptıkları şeyin değeri ile ilgili karar verme mekanizmalarını geliştirmelerine yardımcı olmuyor . Aslında sosyal psikoloji alanında çok tekrarlanan bulgulardan biri de, ne kadar çok ödül verirsen, insanların yapmaları gereken şeye ilgileri o kadar çok azalıyor. Örneğin, notla değerlendirilen öğrencilerin öğrendikleri konuya ilgileri, hiç not verilmeyen öğrencilere göre daha azdır. Diğer bir kaç çalışma da gösteriyor ki, sık sık ödül verilen yada övülen öğrenciler diğer çocuklara göre daha az yardımsever ve cömertler. Ve hiç şüphe yok ki; evcil hayvan gibi muamele edildiği zaman, yani iyi bir şey yapmaları için köpeklere bisküvi verilmesi gibi, çocuklar da istenileni yapmalarının tek nedeni ondan bir menfaat sağlamak olduğunu öğrenirler. Etrafta onlara ödül verecek kimse olmadığı takdirde, yardım etmek için bir nedenleri de olmayacaktır.
E.D.: Ödüller bazı öğrencileri motive etmez mi?
Kohn: Ne tür bir motivasyondan bahsettiğine bağlı. Motivasyon ya çok vardır ya çok az vardır gibi bir şey değil. Psikologlar motivasyonu içsel ve dışsal olarak ayırmışlardır. İçsel motivasyonda, bir şeyi yaparsın çünkü kendin onu çok istiyorsundur; dışsal motivasyonda ise işi aferin, pizza, çok iyi not yada etiket almak için yaparsın. Bu iki motivasyon birbirlerinin tersine işler, yani sonrakinden daha çok öncekinden daha azdır. Bu yüzden asıl soru, ‘benim öğrencilerim ne kadar motiveler?’ değil, ‘nasıl motive oldular?’dır. Diğer bir değişle niceliğin değil niteliğin önemli olduğu motivasyon şeklidir. Ödülle yaratılan motivasyon sadece daha az etkili olmakla kalmaz aynı zamanda istediğimiz şekildeki motivasyonu da azaltır.
E.D.: Sınıfta övgüye hiç mi yer yoktur?
Kohn: Koşulsuz sevgi, destek ve yüreklendirme için yer vardır. Çocukların ihtiyacı olan budur. Ihtiyaçları olduğunda başarıları hakkında bilgi verilmesi gibi geribildirimlere de yer vardır. Fakat övgü bunların dışında biryerdedir. Öncelikle, övgü koşulludur, şu mesajı verir; ancak beni hoşnut ettiğinde, benim standartlarıma ulaştığında yada benim umutlarıma karşılık verdiğinde sana destek ve ilgimi veririm. İkinci olarak da, övgü geribildirim değil, yargılamaktır. Ve çocukların buna ihtiyacı yoktur, kesin yargı onlara iyi gelmez, bu sadece ‘aferin’ boyutunda da olsa. Bu, yaptıklarını sürekli bir başkasının değerlendirmesine ihtiyacı olan övgü bağımlılıları yetiştirir. Bunun yerine neden;1. çocuğun ne yaptığını tanımlamak yerine yargıda bulunuyorsun; 2. çocuğun ifade etmesi için soru sormuyorsun (Daha iyi bir öğretmen veya ebeveyn olmak için 4 kelime: Az konuş, çok sor). Düşünmeden yapılan övgüler, çocuğun duymaya ihtiyacı olandan çok bizim söylemeye ihtiyacımız olan şeylerdir.
E.D.: Öğretmenler çocuklar için ödül ve ceza olmadan nasıl güvenli ve aktif öğrenme ortamı oluşturabilirler?
Kohn: Soruyu çevirip soruyorum, dünyada çocuklar ödüllendirildiği ve cezalandırıldığı sürece biz çocuklara nasıl güvenli bir öğrenme ortamı sağlayabiliriz. Bu gerçekçi değil. Ancak aşırı kontrol olmadığında, öğrenciler arasında saygıya dayalı ve sıcak ilişkiler kurulması için şansımız olur. Bu da onlara sınıf içinde birbirlerini koruyup kolladıkları, ne tür bir sınıf istedikleri de dahil olmak üzere okul yaşamıyla ilgili farklı bakış açılarını bir araya getirebildikleri ve bunu nasıl yapacaklarına dair karar verebildikleri bir yapı oluşturmaları için yardım eder. Sınıfta tüm kararları veren, rüşvet ve tehditlerle öğrencilerin davranışlarını kontrol altında tutan öğretmenler için bunlar belki ütopik gelebilir. Fakat tüm söyleyebileceğim, öğretmenlerin ‘öğrencilere bir şeyler yaptırma’ yerine ‘onlarla çalıştığı’ gerçek sınıfları sık sık ziyarete gidiyorum. Bu okulları tahtaya öğrencilerin adını yazan, yada yanlış davranışlı çocukları izole eden, ki biz buna kibarca ‘mola’ diyoruz, kurallara uyan çocuklara rüşvetler veren yada ‘Bakın Fred ne güzel oturuyor ve matematik kitabını açmış’ diyen öğretmenlerin olduğu okullarla kıyasladığımda, ne kadar çekici bulduğumu bilemezsiniz.
E.D.: Öğretmenler öğrencilerin içsel motivasyonunu nasıl besleyebilirler?
Kohn: Asıl sorulması gereken soru şu, öğrenme ve keşfetme isteğiyle doğan çocukların içsel motivasyonunu öldürmekten nasıl kaçınırız. Tabi ki çocukların çoğu çalışma kağıtlarını tek tek kelimeler ve rakamlarla doldurmaktan hoşlanmazlar. Onları kim suçlayabilir ki? Çocuk motive olamıyorsa, bu çocukta sorun olduğunu göstermez, konuda sorun olduğunu gösterir. Gerçekten onların ilgisini çeken konularda çocuklar birbiriyle proje yapmak istediklerinde yada soruları araştırmak için işbirliği yapabildiklerinde, öğretmen onlara kılavuzluk ediyor ve zaten başlamış olan motivasyonlarını derinleştiriyordur. Örneğin, çocuklar ne kadar hızlı büyüdüklerini merak ediyorlarsa, bu onları ilgilendiren matematik maceralarının başladığı anlamına gelir. Fakat eğer soru, ‘3/7 mi 7/11 mi büyüktür’ ise, doğru cevap, ‘kimin umurunda’ dır. Durum ve amaç için gerçekler ve yetenekler yeterlidir… Fakat sınıfta- teste hazırlık için- öğretilen gerçekler ve yetenekler, ancak öğrenmenin eğlenceli kısmını öldürmek için yeterlidir.
E.D.: Yüksek standartlar için çocuklara yüklenmenin yanlış yönlendirme olduğunu düşünüyorsunuz. Neden böyle düşündüğünüzü öğrenebilir miyiz?
Kohn: Korkarım ki, ‘denetleme’ ve ‘yüksek standartlar’ adı altında entellektüel hayatı sınıfın dışında bırakıp, okulları büyük test hazırlık merkezlerine dönüştürüyoruz. Aslında standartlar a) Kullanma klavuzu gibi spesifik olmadıkça b) sadece şu an yapılana yoğunlaşmak yerine öğrenmeyi derinleştirecek ve zenginleştirecekse c) yukardan biryerden öğretmenlere empoze edilmesi şeklinde değil de öğretmenlerin kendileri tarafından geliştirildiği sürece d) çocukları tek kalıba sokmaktansa çocukların ve okulların arasındaki farkı göz ardı etmediği sürece e) standardize edilmiş testlerle yada yüksek ödüllü testlere bağımlı olmadığı ve onlar tarafından kontrol altına alınmadığı sürece, kötü değildirler.
E.D.: Eğitimde denetimcilikle ilgili ne düşünüyorsunuz? Denetimi kim yapmalı ve başarı nasıl ölçülmeli?
Kohn: Şunu hatırlayalım, denetimcilik için duyulan yoğun istek gizli saklı bir yerlerden ortaya çıkmadı. 1983 yılında Reagan yönetimi tarafından hazırlanan ünlü ‘ Risk Altındaki Millet’ adlı rapor, okullarımız ve buna bağlı olarak da daha fazla test olması isteği üzerine yaygın olan kaygıları kışkırtmak için hazırlanan planlı bir kampanyaydı, ki bu kampanya abartılı ve açıkça bilinen yanıltıcı kanıtlara bağlıydı. Konuya tekrar vurgu yapmak gerekirse, denetimcilik fikrini desteklemek, öğrencilerin ve öğretmenlerin özellikle yüksek test sonuçlarıyla denetlenmesi fikrinden oldukça farklıdır. Birincisinin ikincisiyle alakalı olmadığını insanlara anlatmamız gerekir. Gerçekten denetimcilik istiyor musunuz? O zaman standardize olmuş testlerle zaman harcamayın. Bu testler, a) önemsiz şeyleri ölçer, ve b) öğrencilerin ve öğretmenlerin ne kadar iyi olduklarındansa topluluğun durumu hakkında bilgi verir. Aileleri ve toplulukları okullara davet edin, bırakın öğrenmenmenin nasıl olduğunu görsünler ve gerçekten orda neler olduğunu hissetsinler.
Çeviri: Eylem Kurulgan Demirci