Bugünlerde İngiltere’de iki yaş grubu çocuklar için uygun olanın ne olduğu ve çocuklukta erken dönem hakkında epey bir tartışma sürüyor; bu yaş grubundaki çocukların bir okul ortamı içerisinde, okumayı ve yazmayı mümkün olduğunca çabuk öğrenmeye ihtiyaçları olduğu gibi bir düşünce akımı ortaya çıkmış gibi görünüyor. Okula hazırlık döneminin önemi ve okula başlayan çocukların “öğrenmeye hazır” olmamaları özellikle vurgulanıyor.
İrlanda denizinin bu tarafından İngiltere’deki meslektaşlarım için üzgün hissediyor olmam çok normal, onlar çalkantılı ve düpedüz düşmanca durumlar ile yüz yüze gelebiliyorlar. Buna rağmen, Twitter üzerinden düzenli olarak etkileşimde olduklarım kendi öğrencileri için en iyi öğrenme fırsatlarını sunmak konusunda iyimser ve kararlılar. O nedenle, sağduyunun hâkim olacağı konusunda umutluyum.
Anaokulu öğretmeni olarak 14 yıllık deneyimimle, inandığım şeylerin arkasında duruyorum ve ebeveynlere oyun yolu ile öğrenmenin sağlam bir savunucusu olduğumu açıklamaktan korkmuyorum. Sınıfımdaki çocukların sayıları ya da harfleri yapılandırılmış bir ders formatında öğrenmeyeceklerini; renkleri ya da şekilleri öğretmek için biteviye konu başlıkları seçmeyeceğimizi açıklığa kavuşturuyorum. Okul öncesi öğretmeninin rolünü, uzun eğitim yolculuklarına başlayan küçük çocukların anaokulunda geçirdikleri yıl boyunca mümkün olduğunca eğlenmelerini sağlamak ve onların merak duygularını ve öğrenme heyecanlarını geliştirmek için yeni deneyim olanakları sunmak olarak görüyorum.
Çocukların eğlenmelerini istememden dolayı özür dilemeyeceğim; anaokulunda olması gereken tam da budur. Kaldı ki; okulda eğlenen çocuk daha fazlasını öğrenmek isteyen çocuktur ve okula gitmeye hevesli olacaktır. Eğlence ve öğrenme birlikte gerçekleşemeyecek şeyler değillerdir.
Geçtiğimiz iki yılda, meslektaşlarım tarafından düzenlenen ve birbirimizle fikirlerimizi ve yenilikçi pratiklerimizi paylaştığımız dört eğitim toplantısına katıldım ve bütün bu paylaşımların en büyük ortak noktası eğlenme unsurunun önemiydi. İster okul öncesi, ister ilkokul ya da ortaokul öğretmeni olsunlar, hepsi kendi konularında heyecanlı ve derslerinin akılda kalıcı olmasını sağlamak için hazırlıklıydılar. Kendi okul yıllarınızı düşünürseniz, en sevdiğiniz öğretmenler, bahse girerim, dersleri biraz daha farklı ve heyecan verici hale getirmiş, sıkıcı olmaktan çıkarmış olanlar olurdu. Ben kendi adıma, temel derslerimi, konuları kadar öğretmenlerini de dikkate alarak seçtiğimi biliyorum. Bir öğretmen açısından bu çok büyük bir sorumluluk; bir çocuğa bir dersi benimsetebilir ya da kaçınmasına sebep olabilirsiniz!
Özsaygının kişinin öğrenme serüveni üzerinde çok temel bir etkiye sahip olduğu inancındayım; bir şeyin üstesinden gelebileceğiniz inancına ya da bir şeylerin ters gitmesi durumunda bunun her zaman sizden kaynaklı bir hata olmadığı inancına sahipseniz, sadece okulda değil bütün hayatınız boyunca çok daha olumlu bir serüveniniz olacaktır.
“Siz” vurgusu kullanıldığı vakit, bunun kişisel ya da sizle ilgili olduğunu düşünmemek her zaman çok önemlidir; çoğu zaman “siz” çoğuldur; sadece sizi ifade etmez!
Açıkçası, bir ebeveyn bir dilim ekmekten sonra en değerli şeyin kendi çocuğu olduğuna inanmıyorsa, kim onun sahip olduğu inançtan daha fazlasına sahip olacak?
Bir ebeveyne, çocuğunun olağanüstü bir küçük birey olduğunu söylediğimde ve “biliyorum!” yanıtını aldığımda seviniyorum. Çocuklarının böylesine mutlu olmasının, canlılıklarının, bu yaşama hazır olabilmelerinin nedeninin bu olduğunu anlıyorum.
Sınıfımdaki çocuklardan bir yılın sonunda sınıfımdan “yapabilirim” azmi ve inancına sahip olarak, bir şeyler ters gittiğinde dahi bunun kendilerinin yapmış oldukları bir şeyden kaynaklamadığı inancı içinde kalarak ayrılmalarını istiyorum. Bir şeyler yanlış gittiğinde silkelenip, başlarını dik tutup yola devam edebilmelerini ve bu deneyimden öğrenebilmelerini istiyorum.
Ayrıca, okulumda çocuklara sunulan açık alan deneyimlerinin bu özsaygı ve kendini toparlama becerisinin gelişimine yardımcı olduğuna inanıyorum. Hatalar yapmak; denemeye devam etmeyi öğrenmek ve bu hatalardan ders çıkarmak için iyi bir yoldur. Hata yapmak kötü bir şey değildir, yaşamın bir gerçeğidir ve uzun vadede bizi güçlü kılar. Ancak bu özsaygı ve kendini toparlama becerisi, çocukları sürekli test ederek ve bu şekilde erken yaşlardan itibaren başarısız hissetmelerine neden olarak geliştirilemez. Hepimiz, eğitim sistemi içerisindeki bu küçük çocukların neyi yapamayacaklarına odaklanmak yerine, yapabildiklerinin farkına varıp kutlamalıyız. Neden dört yaşındaki bir çocuğun kaç tane kelimeyi hemen tanımlayabildiğini ya da şekilleri ve sayıları bilip bilmediğini merak etmek yerine, ebeveynlerinden kolay ayrılabilmesini, sınıf ortamıyla bütünleşebilmesini ve akranlarıyla kaynaşabilmesini takdir edemiyoruz?
Ben mevcut eğitim sistemimizi derinlemesine gözden geçirmemiz gerektiğine ve uzun süreli, genellikle nahoş olabilen bu sistemin içine giren küçük çocuklar için daha uygun deneyim haline getirilebilmesi için çalışmaya ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.
Kaynak: http://nosuchthingasbadweather.blogspot.co.uk/2014/04/what-really-matters.html
Çeviri: Önder Aslan
Düzeltme: Melike Funda Müftüoğlu