Joe Hansen
Honolulu, Hawaii’de bulunan Ala Wai İlköğretim Okulu’nda öğretmen ve danışman yardımcısı olarak geçirdiği 20 yılın ardından Thomas Yos, bir ebeveynin çocuğunu anlatırken “Çok kibar konuşuyor”, dediğini hiç unutmamış. “Biz ebeveynler çocuklarımızın zeki olmasını isteriz. Ama bundan da öte onların iyi olmalarını isteriz” diye ekliyor.
Pennsylvania Üniversitesi’nde profesör olan ve Give and Take: Why Helping Others Drives Our Success* kitabının yazarı Adam Grant, The New York Times’a yazdığı “Raising a Moral Child (Erdemli Bir Çocuk Yetiştirmek)” isimli denemede bu fikri yansıtmıştır. Bu önemli çalışmada Grant, küresel araştırmaların insanların başarıdan çok sevgiye önem verdiğini gösterdiğine dikkat çekmiştir. Ebeveynlik üzerine yazan Grant’a göre köklü etik ve ahlaki yapılanmaların –başka bir deyişle karakter eğitiminin- gelişimine katkıda bulunmak sadece ebeveynlerin yükümlülüğü değildir; okul öncesi eğitimi veren eğitimcilerin de bunda payı vardır. Ancak eğitimciler standart uyum ve standart sınamalara dayalı hedeflere odaklandıkları için değerler eğitimi, bilinçsiz bir şekilde çoğunlukla ihmal edilmektedir.
“Öğrencilerinizin ne zaman okuyup yazabileceğini bilirsiniz” diyor Grant ve ekliyor: “Karakteri ciddi bir şekilde öğretmeye kalktığınızda kayda değer tek bir şey yapmadığınız hissine kapılırsınız. “Sınıf arkadaşlarınıza vurmayın” gibi oldukça önemli bir mesaj aktardığınızı zannederken ertesi gün birbirleriyle dövüşmeye başlarlar”.
Toplumun, okulların etik değerler eğitimine odaklanmasını istediği aşikârdır. Yakın zamanda yapılan PDK/Kamuoyu araştırmasına göre katılımcıların %76’sı şu fikirde birleşmektedir: Okullar artık öğrencilerin karakterlerini şekillendirmelidir. Eğitimciler de aynı şeyi istemektedir. Yos’un da belirttiği gibi, çocuklara vicdani bir pusula vermeksizin akademik ve mesleki beceriler kazandırmak zeki suçlular üretmek için iyi bir yöntemdir.
Peki, okul öncesi eğitimi veren eğitimciler etik değerlerin gelişimine nasıl katkıda bulunabilir?
Bu soru, içinde büyük bir uyarı barındırır: Etik değerler eğitimi, toplumsal baskı değildir. Berkeley, California Üniversitesi Eğitim Enstitüsü’nde profesör ve Jerome A. Hutto kürsü başkanı olan Elliot Turiel, belirli etik fikirleri çocukların kafasına sokmaya çalışmanın seçimlerinin etik olmasını sağlamayacağına dikkat çekmektedir. Turiel,”Burada asıl önemli olan değerlerin ebeveyn ya da öğretmenler tarafından öğretilmesinden ziyade çocuğun adalet, dürüstlük, hak ve insanların refahı gibi konulara dair temel kavramları anlamasıdır”, demektedir.
Uzmanların çoğu, çocukların 2-3 yaşına kadar doğru ya da yanlış olarak algıladıkları durumların yarattığı hisleri deneyimlemeye başladığı konusunda hemfikirdir. Maryland Üniversitesi gelişim psikolojisi uzmanı Melanie Killen’ ın söylediğine göre de, 4-5 yaşına kadar bu belirsiz hisler aydınlığa kavuşarak yerini adalet anlayışına bırakır.
Killen, “Bu, adalet kavramına dair her şeyi anlayabilecekleri anlamına gelmez. Yani söylemeye çalıştığımız şey, adalet anlayışının çocukluk ve yetişkinlik dönemlerinde yavaş yavaş geliştiğidir”, demektedir. Bu da okul öncesi ve ilköğretimin, eğitimcilerin fark yaratabileceği dönemler olduğunu gösterir. Bir çocuğun adaletle ilk yüzleşmesinin genellikle bir objeden doğan çatışma ya da sıra kavgası (çocuğun oyuncağı alması ya da salıncaktan inmek istememesi) olduğuna dikkat çeken Killen, çatışma çözümlemesinin erken dönem yaş aralığında üzerinde durulması gereken bir alan olduğunu belirtmektedir. Bir davranışın neden haklı ya da haksız olduğunun açıklanması ve bir tartışma ortamı yaratarak çocuğun kendi davranışlarını haklı ya da haksız diye değerlendirmesinin sağlanması basit ama etkili bir yaklaşımdır. Öğretmenlerin içgüdüsel yaklaşımları, çatışmaları hızlıca çözüp devam etmeyi gerektirir ancak Killen, bu tip durumların öğrenme ortamı yarattığını savunmaktadır. Çatışma yaratan bir diğer durum ise niyetlerdir. Küçük çocuklardaki çatışmanın en yaygın sebebi olumlu bir niyetle yapılan hareketin olumsuz sonuçlar doğurmasını anlamamalarıdır (örn.; oyuncağın kazara kırılması). Zamanla ve açık bir tartışma ortamıyla, çocuk niyet ve sonuç arasındaki farkı anlayıp davranışlarını bu doğrultuda değiştirebilir.
“Eğitimcilerin, arkadaşlık ilişkileri ve günlük hayat bağlamında çocukları adalet hakkında düşünmeye sevk etmeleri gerekir. Bu, çocuklar için bir ceza mekanizmasına ya da ‘ceza köşesi’nden kurtarılmaya dönüşmemelidir. Çünkü bu tarz yöntemler her zaman geri teper.
Brown ve Harvard Üniversitelerinde araştırma görevlisi olan Nadia Chernyak, anaokulu öğrencilerinin üç koşul altında birbirleriyle ‘’üzgün’’ köpek çıkartması paylaştığı bir araştırma yürütmüştür: Bedeli olan seçenekli (çıkartmayı alabilir ya da bırakabilir); bedeli olmayan seçenekli (zaten iki şekilde de çıkartmayı alamaz); seçeneksiz (çıkartmayı vermesi söylenir). Deneyin ikinci aşamasında çocuklara yeniden paylaşma seçeneği verilmiştir. Chernyak’a göre “Deneyin ilk aşamasında zor seçeneği tercih eden çocuklar ikinci aşamada daha çok paylaşma ya da paylaşımı kabul etme eğilimi gösterdiler. Bu tip zor seçim durumlarından birçok öğrenme doğar. Çocuklara paylaşım konusunda zor seçimler yapma fırsatı tanımak ve bu seçimlerden öğrenme yaratmak için öğretmenler eşsiz bir konuma sahiptir. Ayrıca öğretmen ve ebeveynlerin özellikle başarılı olduğu bir konu varsa o da çocuğun tam olarak neye yeteneği olduğunu anlamaktır. Eğer bir çocuk zor seçimler yapabilme yetisine sahipse, ebeveynler ve eğitimciler muhtemelen bundan yararlanacaktır.
Yardımsever yaklaşımın tartışıldığı durumlar isimler ya da eylemlerin kullanımına kadar büyük bir önem arz etmektedir. Geçtiğimiz günlerde Child Development (Çocuk Gelişimi)’ta yayımlanmış bir araştırmaya göre, 3-6 yaş aralığında “yardımsever olmak” üzerine yapılan konuşmaların “yardım etmek” üzerine yapılan konuşmalara nazaran ilerleyen dönemlerdeki davranışlara etkisi önemli ölçüde daha olumludur.
Araştırmanın yazarlarından biri olan ve Washington Üniversitesi’nde araştırmacı olan Allison Master şöyle demektedir: “Yardımsever biri olmak konusunda önemli bir ayrıntı da nasıl biri olduğunuzdur. Nasıl biri olduğunuz ya da olmadığınıza dair ipuçları bir durum karşısında takındığınız ya da takınmadığınız tavra göre değişir”.
Toronto Üniversitesi’nden Joan E. Grusec yaklaşık 30 yıl önce 7-10 yaş arası çocuklara uyguladığı ve çocukların paylaştıklarında takdir edildiği çalışmasında benzer sonuçlara ulaşmıştır. Öğrenciler ya isim ya da eylem boyutunda takdir edilmiş ve ardından konserve gıda yardımında bulunmalarına müsaade edilmiştir. Grusec, “Yardımsever olduğu söylenen çocuklardan, paylaşımda bulunduğu için yalnızca takdir edilen çocuklara kıyasla daha fazla dönüt alındığını ortaya koyduk. Buradan elde ettiğimiz sonuç, çocukların kendini başka insanlara yardım eden kişiler olarak görmesindense onları zorlamanın ya da yaptığı şeyin doğru olduğunu söylemenin daha az etkili olduğu hatta bunun zararının bile olabileceğidir” diye belirtmiştir.
Grant, umursamazlıkla mücadele etmek için karşıt bir görüşü savunmaktadır. En doğru yaklaşımın kişinin değil eylemin yarattığı hayal kırıklığının, eylemin neden yanlış olduğunun ve başkalarını nasıl etkilediğinin açıklanarak elde edileceğini ileri sürer. “Hatalı davranışı karakteri överek eleştirip ardından hayal kırıklığınızı belirttiğinizde ‘Ben yardımsever biriyim ama buna yardım etmedim. Bunu telafi etmem gerekir. Bunu çözmem gerekir. Yardımsever kimliğimi geri kazanabilmem için farklı bir şeyler yapmam gerekir’ diye düşünen öğrencileriniz olur. Bu iki uç nokta çok önemlidir”.
Grant, karakter övgüsünün en etkin olduğu yaşın çocukların bireysel kimlik anlayışını geliştirdiği dönem olan 8 yaş olduğuna dikkat çekmektedir. Ancak çocuklar okul öncesi dönemden başlayarak cinsiyet, ırk, etnik köken gibi kimlik özelliklerine ve okul faaliyetlerine dayanan sebeplerle kendi aralarında gruplara ayrılırlar. Bu durum, okul öncesi eğitimcilerin adalet, eşitlik ve grup kimliğine ilişkin etik yargıların nasıl geliştirilebileceğinin bilincinde olmasının ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Yale Üniversitesi’nde profesör olan ve grup içi sosyal biliş üzerine araştırma yapan Yarrow Dunham, grup içi seçimin (ait olunan grubun seçimi) kendi içinde kötü bir şey olmadığını söylemektedir. Dunham başlangıçta durumun “Diğer grubu daha az seviyorum” dan ziyade “Kendi grubumu daha çok seviyorum” olduğuna ve bunun hemen diğer gruptan nefret etmeye dönüşmeyeceğine dikkat çekmektedir. Dunham, önyargı ve hoşgörüsüzlük temelli başka gruplardan hoşlanmama durumunun rekabet gibi kutuplaşmaya yönlendiren faktörler sebebiyle ortaya çıkabileceğini söylemektedir. Killen ise bu listeye güçlü önyargı, gruplar arası iletişim eksikliği ve hiyerarşik haksızlığı eklemiştir; ancak çocuklara temel adalet ve kendi grupları arasında bir seçim yapması söylense çocukların genellikle adil olmayı seçeceğine dikkat çekmiştir.
Killen “Eğitimciler, öğretmenler ve ebeveynlerin kalıp yargılar ve dışlama hakkında açık bir şekilde konuşmaları oldukça önemlidir. Bunu yapabilmek için birçok yöntem vardır; konuyu konuşmak için bir tartışma ortamı yaratabilirsiniz. Kendinizi bir muhabir olarak tanıtıp onlardan konu hakkında konuşmalarını isteyebilirsiniz. Çocuklar böyle konularda konuşmayı severler; konuşmamalarının sebebi onlardan bunun istenmemiş olmasıdır”, demektedir.
Grant ortak sınıf etkinliğinde çocukları dışlama üzerine düşündürmek için hikaye anlatmayı önermektedir. “Bu alanda yapılacak sınıf içi ortak etkinliklerde “Şimdi doğum gününe arkadaşını çağırmayan bir çocuğun hikayesini okuyacağız.” gibi başlangıçlar yapılmalıdır. Hikayeyi sadece okumak yerine sınıf içi tartışmada ‘’Davet edilmeyen çocuk nasıl hissetmiştir? Bu çocuğun yerinde olsanız nasıl hissederdiniz? ’gibi sorulara odaklanmak gerekir. Grant’e göre grup içi-grup dışı kimlik önemli bir ahlaki engel olabilir; bu alan araştırmacıların ve eğitimcilerin daha fazla odaklanması gereken bir alandır. “Önemseme döngüsüne odaklanan daha fazla eğitimciyi aramızda görmek isterim. Ebeveynlerin çoğu, özellikle de Amerikanlar, değerleri önemsemeye dair verdiğimiz eğitim şekline dar ve kapalı fikirlerle yaklaşma eğilimindeler. Temel anlamda ailenizi, arkadaşlarınızı ve komşularınızı önemsemeyi öğrenirsiniz; hepsi bu. Ama bu durum çocuklar için “grup içi-grup dışı” ayrımını keskin bir şekilde oluşturur ve çocuğun kendinden farklı olanları yok saymasına yol açar. Dünyada ortaya çıkan problemlerin çoğunun sebebi de budur.”
Aloha (Koşulsuz Sevgi)’yi Öğrenmek
Thomas Yos, yirmi yıl boyunca Honolulu’da bulunan Ala Wai İlköğretim Okulu’nda öğrencilerine etik düşünüp etik davranmayı öğretmiştir ancak eğitimini asla bir erdem listesine ya da eğitim kaynaklarında yer alan eski tip basit alegorilere dayandırmamıştır. Bunun yerine okul ortamının gücünden yararlanmıştır. “Burası, insanların birbirini önemsediği ve bunu gösterdiği bir yerdir. İlköğretim çağındaki öğrencilerime bunu anlatırken sıklıkla Hawaii dilinde “merhaba”, “hoşçakal”, “sevgi” anlamına gelen ve insanlar arasındaki derin iletişim halini anlatan “aloha” sözcüğünü kullandım.’’
Felsefe alanında doktorası olan Yos, Hawaii Üniversitesi Uehiro Akademisi vasıtasıyla sosyal yardım programlarına katılmaktadır; bunlardan biri de uluslararası akılcı düşünme programı olan Philosophy for Children (Çocuklar için Felsefe) tarafından geliştirilmiş “sorgulama topluluğu”dur. Danışmanlık biriminde yıllarca eğitim vermesinin ardından şimdi de etik zorluklar hakkında öğrenciler tarafından yönetilen tartışmalara destek vermektedir. Konuları genellikle çocuklar belirler: kavga etmek, oyun alanında/bahçede yaşanan sorunlar ya da ebeveynlerin onlara bağırma sebepleri… Yos rehber görevini üstlenir ancak öğrencilere, olan şeylerden kendi çıkarımlarına ulaşma ve uygun karşılığı verme şansı tanımaktadır. “İki kat fazla karakter eğitimi alıyor gibisiniz. Konuşan ve sorulara sataşarak ya da birbirimize nasıl davranmamız gerekir gibi karşılıklar veren çocuklarınız var. Karakter eğitimini bu şekilde verebilirsiniz ve bunu aynı zamanda bireylerin birbirini önemsediği aloha (koşulsuz sevgi) topluluğunu yaratarak da sağlayabilirsiniz. Benim yaklaşımım “Evet çocuklar, bunlar erdemler ve siz de bunlara uygun davranmalısınız” diyerek çocuklara nasıl davranacaklarını söylemekten ziyade onlara bu kavramları yaşayıp uygulayabilecekleri bir ortam yaratmaktır.”
* Ç.N. Give and Take: Why Helping Others Drives Our Success: Türkçe literatürde ‘’Vermek ve Almak’’ adıyla yer alır.
Çeviri: Özge Atasoy
Düzelti: Özge Somersan
Kaynak: http://www.tolerance.org/magazine/number-49-spring-2015/feature/learning-be-good